Askerliği görevi sırasında iki ayağını talihsiz bir şekilde kaybeden Murat Dural, slikon ayak taktırmaya karar verdiğinde Alex ismi için nasıl karar alındığını ve o süreçte neler yaşandığını milliyet.com.tr'ye anlattı.
Askerliği görevi sırasında gazi olarak iki ayağını kaybeden Murat Dural, Fenerbahçe'nin eski yıldızı Alex de Souza ile ilgili çarpıcı açıklamalarda bulundu.
Askerliği görevi sırasında iki ayağını talihsiz bir şekilde kaybeden Murat Dural, slikon ayak taktırmaya karar verdiğinde Alex ismi için nasıl karar alındığını ve o süreçte neler yaşandığını milliyet.com.tr'ye anlattı.
Fenerbahçe'nin unutlmaz ismi Alex de Souza dün Instagram hesabından Murat Dural paylaşımı yaptı. Paylaşımında, 'Murat ayağını talihsiz bir kaza sonucunda kaybetmişti. Eski protezlerini kullanırken, daha yeni bir protezle tanışma fırsatı vardı. Yalnız bir ayak modeli seçmeliydi. Seçilen model bendim. Hikayesi beni çok duygulandırmıştı. Bu hedefini gerçekleştirmesi adına bulunabileceğim tüm etaplarında bulundum. Ayaklarım çok güzel değildir ve böylelikle çirkin bir ayağı oldu' dedi.
Murat Dural ise cevaben yaptığı açıklamada, 'Bugün Büyük Kumandan Alex bir paylaşım ile beni eskilere götürdü. 2009’da ayaklarını kopyalayarak dünyada bir ilki gerçekleştirmiştik. Yazısının altına da en gurur duyacağım şeyi not etmiş: Murat De Souza!' ifadelerine yer verdi.
Dural şu ifadelere yer verdi;
“Ayaklarınızı kaybetmeye neden olan olayı anlatır mısınız?”
1999 yılının yaz aylarında hem İstanbul Üniversitesi Klasik Arkeoloji Bölümü’nde yüksek lisansımı tamamlamış hem de İstanbul Arkeoloji Müzesi tarafından sürdürülen Vezneciler Metro çıkışı kurtarma kazısında uzman arkeolog çalışmıştım. Her ikisinin de neticelenmesiyle tam anlamıyla mesleğime yönelmemin önünde duran şey askerlikti. Artık vaktinin geldiğini düşündüm. Kısa dönem olarak Ankara’ya gittim. Birliğime katıldığım anda ilk kez 18 yaşımda deneyimlediğim uzun süreli uyku rahatsızlığım tekrardan ortaya çıktı.
Vücudum iflas etmeye başlamıştı. Bir gram uyuyamıyordum. Vücut direnci düşünce geride kalan bedensel rahatsızlıklar da geri döndü. Psikolojim bitikti. Hastaneye çıktım ve o gün Ankara’da korkunç bir tipi vardı. Benden istenilen hiçbir testi yaptıramadım. Bu bendeki yıkıntıyı iyice un ufak etti. Birliğime dönmek istiyordum ama nasıl yapacağımı bilmiyordum. Ankara’da akrabalarım olmasına rağmen hatırladığım kendimden geçmem ve iki gün boyunca Etimesgut Askeri Havaalanı civarında karların içinde kalmam. İki buçuk gün sonra zorlukla kalkıp polise gittim.
Ne ben ne de etrafımdakiler hâlâ donduğumu, diz kapaklarıma kadar kangren olduğumu anlamamıştık. Ayaklarım postaldan çıkmadığında herkes panikledi. 48 günün sonunda 65 kilodan 48 kiloya düşmüştüm.
“Tedavi süresi nasıldı?”
Özellikle başta ordumuzun aydınlık sağlıkçıları, özellikle Ankara GATA Yanık Merkezi, Ortopedi Bölümü ve Bilkent TSK Rehabilitasyon ve Bakım Merkezi iyileşmemde büyük rol oynadı. Orada kalan gazilerimiz de sağ olsunlar büyük destek verdiler. Gazi dostlarım etrafımı çevirdi, moral verdi. Ayaklarım hariç olağanüstü sağlıklıydım. Fakat ne yalan söyleyeyim bir süre sonra her kaybın bir esprisi yapılıyor, gülmeye de vesile oluyor. Dostlar “Zaten ayaklar fazlaymış sana,” derlerdi gülerdik. “Topuklamak,” en sevdiğim faaliyettir misal! Hastahanedeki son günlerimde profesyonel, lisanslı okçuluk yapıyordum ki günde 2-3 saat idmanımız oluyordu ve muhakkak bir saat body çalışıyordum. Eski alışkanlıklar hızla geri döndü; o yedi ay boyunca rahat yüz kitap okumuşumdur. Sanırım kayıplarımı hızla telafi etmeye çalışıyordum.
Bu süreçte yaşadığım, sonradan anlamlandırdığım ilginç bir şeyi paylaşmak istiyorum. Hastanede o ilk günü atlattıktan sonra acilen Yanık Merkezi’ne yatırılmıştım. Enteresan bir yerdir; donmak ve yanmak bir sopanın iki ucu gibi, aslında aynı şey. Kangrene buz yanığı deniyor. Özel hava basılıyor ve insanlarla aynen Amerikan filmlerinde gördüğünüz gibi camın arkasından telefonla konuşabiliyorsunuz. İşte ikamet etmeye başladığım o odada (ki üç ay yatalaktım) tam karşımda bir tablo vardı; bir kumsal, kıyıya çekilmiş bir sandal ve uzakta bir fener. Kim gelse aynı şeyi söylüyordum; orada olmak istiyorum. Neredeyse yıllar sonra o tablonun eski kartpostallardaki Fenerbahçe burnu ve oradaki feneri andırdığını fark ettim. Ne zaman Moda’ya çıksam bir şey beni o buruna çeker, yakın değilsem uzaktan bakar hülyalara dalarım.
Bahsettiğim gibi hastaneden oldukça sağlıklı çıktım. Uyku problemim bitmişti. Hemen aklınıza gelebilir, haklı olarak; “Sonrasında uykusuzluk yaşadın mı?” diyebilirsiniz. Evet, ne yazık ki gayet normal başlayıp bir travma haline gelen her şey gibi bu da zaman zaman kendini hatırlatıyor, bir parça haline geliyor. Tüm hayatımın tek bağımlılığı uyuyabilmek için aldığım ilacım. Dönmemle beraber özellikle ailem üstüme düştü. Fakat ben çok önceden tek başıma yaşamaya karar vermiştim. Bunu rehabilitasyonum ve yeni hayatımı inşa etmek olarak görüyorum. Sağ olsunlar destek oldular. İşte o zaman “Kendi ayaklarının üstünde durma,”nın ne olduğunu anlamadım, net olarak bildim.
2004 Aralık itibariyle özel bir şirkette önce kurumsal iletişim ardından idari işler yaptım. 2016 yılında engelimin bana tanıdığı haklarla emekli oldum ve uzun süredir biriktirdiğim yazılarımla naçizane elimden, düşüncemden geldiğince edebiyat dünyasında yerimi almaya çalıştım, çalışıyorum. Aynı yıl toplu paramı alınca önce eşimle konuşup, ortak karar verip Fenerbahçe Spor Kulübü Kongre Üyesi oldum. İkinci katılımım ise FABİSAD yani Fantazya ve Bilimkurgu Sanatları Derneği’ydi. Şu an bu dernekte yönetim kurulu üyesiyim.
“Slikon ayak taktırmaya karar verdiğinizde bu ayakların Fenerbahçe efsanesi Alex de Souza'ya ait olması fikri nereden geldi?”
Öncelikle eşime teşekkür etmeliyim. Onun bu organizasyon ve diğer konulardaki açık fikirliliği ya da beraber yürüdüğümüz yollardaki engellere pozitif bakış açısı olmasa sanırım bu kadar başarılı olamazdık. Bu arada özel şirkete katılımım ile 2005 yılı itibariyle tribüne dönmüştüm. İlk Fenerbahçe tribününe girişim 1986’lara kadar gidiyor. İşte yine böyle, protezlerimi yenilemek zorunda olduğum bir dönemde Serap ile daha iyi, benim Bilateral Chopart engelime daha gelişkin çözümler sunan ürünlerin peşine düşmüştük.
O dönemde silikon protez ile tanıştık. Normalde ön ayaklarım (topuklar orijinal, tarak ve parmaklar yok) olmadığı için dizime kadar uzanan protezler kullanmıştım. Bu refleks, koşmak yok demek. Fakat silikon tüm bunları geri verebileceğini vaat ediyordu. Daha ilk gün, silikon teknikeri ölçüm yaparken bana “İstediğiniz kişiden ayak kalıbı alınabilir,” dedi. İşte her şey o an kafamda şekillendi. Fenerbahçe, tribün, değerli Fenerbahçe Ailem ile geliştirdiğimiz nice yaratıcı proje güneş zihnimde parıldadı. Kafamda “Beraber yürüdük biz bu yollarda, beraber yürüdük yağan yağmurda,” bestesini söyleyen insanlar, Fenerbahçe Stadı vardı sanki. Diğer yandan ise Liverpool’un “Asla yalnız yürümeyeceksin,” şarkısının sözleri. Serap’a dönüp Fenerbahçe, Fenerbahçelilik hakkında harika bir örneklik,” dediğimi hatırlıyorum. Sene 2008’di ve 2009 yılında artık dünyaca tanınan bir organizasyon olmuştu. Real Madrid, Liverpool gibi dünya devleri ile yazışır hale gelmiştik. Sosyal medya ile ilgilenenler, organizasyon yapanlar, bir sürü dile çeviri yapanlar, ülke dışında olup bu projemizi orada tuttukları kulüplere aktaranlar; inanılmazdı.
Tabi burada hemen geniş bir parantez açıp o dönem kulübümüzün başkanı Aziz Yıldırım’a, Feryal Pere’ye, Alaattin Metin’e, Murat Özaydınlı’ya, nurlarda yatsın Serkan Acar abimize, dünden bugüne hâlâ dostluklarını hatta artık kardeşlik saydığım desteklerini eksik etmeyen FBTV ve Fenerbahçe Spor Kulübü emektarlarına, Didem Coşkun, Melih Özhan ve rahmetle andığım Hale Kocabaş ablamıza, ismini sayamadığım kendilerini gayet iyi bilen nice güzel insana çok teşekkür etmeliyim.
Olay sadece kalıpları almakla bitmedi ardından yine kulübümüzden izin alıp eskiden tellerin ardından Oğuz, Aykut, Rıdvan, Hakan’ı izlediğim Lefter Küçükandonyadis Dereağzı Tesisleri’nde iki dostumla idman yapmaya başladım. Amacımız yeterli seviyeye ulaşınca Fenerbahçe ile idmana çıkmaktı. Kısacası enerjim, amacım organizasyonu daha örnek daha güçlü bir noktaya konumlandırmaktı. Bir süre sonra Brezilya’dan ben ve Alex’i çekmek için bir televizyon ekibi geldi. Alex ile Can Bartu Samandıra Tesisleri’nde küçük bir idman yapma şansına eriştim. Silikon protezleri kullandığımdan beri sol ayağımın (protezin) topa verdiği falsolara Alex de şaşırdı. En son Alex De Souza filmi için İstanbul’da bir araya geldik, bir röportaj gerçekleştirdik.
Örneklik. Fenerbahçe Spor Kulübü’nün tarihi, bir sivil toplum örgütü olarak ilkeleri, verdiği mücadeleler düşünüldüğünde onu özgün kılan, diğerlerinden ayıran şey sadece sahada yaptıkları değildi. İyi bir baba, iyi bir eş, saha ve dışında düzgün bir insan görüyordunuz. Çoğu insan bana şunu sordu; “Neden Roberto Carlos değil de Alex?” O dönemde Roberto takımdaydı ve benim verdiğim cevap insanları hem şaşırtıyor hem de ilgilerini çekiyordu; “Henüz Carlos o noktada değil,” bu aslında kendime, taraftara, ülkeme, dünyaya duyurmak istediğim, vurgulamak istediğim şeyin özetiydi; “Biz böyle insanlarız ve Alex bu düşüncenin sahada mücadelesini veren, ayakları ile şiir yazan bir Fenerbahçeli”
Hep söylediğim, tekrarladığım bir motto vardı; “Fenerbahçelilerin Fenerbahçelerine olan tarifsiz duygularını ifade etme çabası,” Bu bir aşk, tutku. Ben ülkemin bayrağına baktığımda Fenerbahçe bayrağını görüyorum, Fenerbahçe bayrağına baktığımda ülkemi. Bunlar ayrı şeyler değil. Fenerbahçeli kimliğimle hakkı, adaleti, mücadeleyi yorumluyorum ve evet bu Galatasaraylı, Beşiktaşlı için de doğru. Bunda fanatizm yok, sevdaya saygı, sevgi var. İşte Alex orada, diğer takım taraftarları için bile sevilen, saygı duyulan, futbolu ile öne çıkan bir adam oldu. Yine o dönemde söylediğim bir şey vardı; “Alex sahada nasıl duruyorsa ben de tribünde öyle durmalıyım...” O yüzden sorunuzun cevabı benim komutanım, benim kaptanım.
Bir başka hayat varsa aynı takımda aynı uğurda ve yine Fenerbahçe’de onunla ter dökmek, sonuna kadar savaşmak isterim. Hani derler ya; “Beraber kavgaya girilecek adam,” evet, benim için Fenerbahçe sonuna kadar mücadele edeceğim abide, Alex sonuna kadar sevdamın uğrunda beraber mücadele edeceğim insan. 2011 yılı ve sonrasında bunu hem çok acı hem de çok anlamlı bir şekilde yaşadık. Ne mutlu ki bahsettiğimiz insanlarmışız ki daha o günlerden kimseye kanmadan gerek başkanımız gerekse de değerlerimizin ardında durmuşuz. O kötü günlerde esir edilen başkanımız Aziz Bey, dışarda yöneticimiz Ali Koç, kenarda Aykut Kocaman, sahada Alex De Souza bize gerçekten kumandanlık yapmışlardır. Tarih bunları yazdı. Ne Fenerbahçe ne de Fenerbahçeli unutur.
2016 yılı itibariyle plaza insanı olmaktan uzaklaştığım an yeniden arkeolog olduğumu hissettim. Bu çok rahatlatıcıydı. Söyleşiden çıkarabileceğiniz gibi fazlasıyla enerjik, kafasını durduramayan (uykusuz) bir yapım var. O yüzden emekliliğimde de çalacağımı anlamış en azından sevdiğim şeylere yönelmem gerektiğine karar vermiştim. Bu yüzden 2014 itibariyle daha fazla edebiyata, yazmaya, okumaya, hat safhada beni besleyecek dizi ve filmleri izlemeye başladım. Şunu hemen belirteyim; arkeoloji arazi çalışması gerektirdiği için o alanı uzaktan izlemeye devam ettim.
Aynı yıl (2016’da) öykü kitabım “Kibrit Ev” İthaki Yayınları’ndan çıktı. 2019’da Fenerbahçe’mizin ulu çınarlarından Lefter Küçükandonyadis’in hayatını işlediğim “Lefter: Efsaneler Ölmez” kitabım Gerekli Kitaplar etiketiyle raflarda yer aldı. Yakın zamanda çok önemli bir yayınevinden çıkmasını umduğum, Tanıl Yaşar gibi bir editörün elinde hazır bir romanım ve pandemi sürecinde hazır ettiğim üç novella ve üç öyküden oluşan ikinci öykü kitabı dosyam mevcut. Her kitabımın ön editörüm olan, fikirlerine çok güvendiğim, ayrıca FABİSAD’ımızın başkanı Özgün Muti gözden geçiriyor.
Bunların yanında zamansız kaybettiğimiz sevgili Koray Şener için ailesi, dostları ile bir kitap hazırlığımız var. Derleyen konumundayım. Beni çok şaşırtan bir insan Koray. Şener Ailesi artık benim de ailem. Büyük bir örneklik okuyacak insanlar, küçük yaşına rağmen tam bir, net, hâlâ yaşayan ve yaşatan bir Fenerbahçeli. Kitap serüvenim haricinde Kitap Eki, Lemur gibi dergilerde yazıyorum. Yine o günden bugüne Artemis Yayınları’ndan çıkan “Hayalet Müzik”, Yitik Ülke Yayınları’ndan çıkan “Tren Öyküleri”, Edebiyatist’ten çıkan “Sadık Dostlar” ve “Pati Öyküleri” ve son olarak Arsine Yayınları’ndan çıkan “Aslında Yaşanmadı,” gibi toplu kitaplarda birer öykü ile yer aldım. Yakın zamanda Dark İstanbul Projesi’nin bir antolojisinde, Özgen Berkol Doğan Bilimkurgu Kütüphane’miz adına İthaki Yayınları ile oluşturduğumuz bir bilimkurgu öykü derlemesinde ve salgın temalı, henüz yayınevimiz belli olmayan bir toplu kitap projesinde öykülerim olacak.
Son olarak bir senedir İstanbul Üniversitesi Uzaktan Eğitim (AUZEF) Fakültesi’nde Felsefe Bölümü öğrencisiyim.
“12 yıl sonra Alex de Souza'dan gelen paylaşımı ilk gördüğünüzde ne hissettiniz?”
Sağ olsun arayı çok açmaz, muhakkak hem hatırımı sorar hem de böyle güzel anıları kendi sosyal medyasından yad eder zaten. İkimiz de birbirimiz için ne ifade ettiğimizin hep farkında olduk. Samimi ama bir taraftan da o samimiyeti incitmeyen bir iletişimimiz oldu. Ben taraftar olarak “Efsane Alex!”i tribünden fazlasıyla yaşadım fakat bunun dışında benim için hiç değişmeyen bir “İnsanoğlu insan Alex,” var ki orası özel ve güzel. Fanatizm ya da olumlu olsa bile önyargıdan uzak. Misal hiçbir formamın arkasında futbolcu ismi yoktur, buna Alex de dahil. Hatta imza bile almam. Bazen insanlar “Ne kadar şanslısın,” diyor, muhakkak, haklılar ama onlara şöyle derim; “Alex de çok şanslı, benden dolayı değil Fenerbahçe forması giydiği için.” Bu organizasyon, protezler, tanışıklık olağanüstü ama herkesin sandığından biraz daha farklı bir şey bu. Amaç bizim inandığımız, gerekirse uğrunda sonuna kadar savaşacağımız şeyleri ifade etmeye çalışmaktı ve bu sıfatı, bu ünvanı en iyi taşıyacak insan, kaptan hatta kumandan olduğunu düşündüğüm için onun ayaklarıyla yürümek istedim. Çünkü her Fenerbahçeli bilir; tribünde de Alex olmak lazım...
Fenerbahçe ve Alex'in yolları yeniden kesişir mi? Ve bir büyük buluşma daha gerçekleşir mi ilerleyen zamanda?
Bu gerçekten büyük bir beklenti ama Alex gibi zeki, Alex gibi ceza sahası ya da dışında bir pozisyonu ve hayattaki her meseleyi önceden, tüm detayları ile düşünen biri için henüz zaman var diye düşünüyorum. Alex gelirse iddialı olduğu için gelir, kazanmak isteyecektir. Ne yazık ki her zaman bu eşleşmeler, eski futbolcu, efsane ve onu efsane yapan kulüp başarı sağlayamıyor. Umarım ve kuvvetle diliyorum ki her şeyin doğru olduğu bir zamanda tekrar bir araya geleceğiz.